HÜSNÜ MAHALLİ- BOP sürecinin en dikkat çekici aşaması, Barack Obama'nın
seçildikten sonra ilk Müslüman ülke olarak Türkiye'yi, ilk Arap ülkesi
olarak da Mısır'ı ziyaret etmesidir. Bu ziyaretler Türkiye ve Mısır'ı
BOP'un en önemli iki ülkesi yaptı.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin Powell tarafından ilan edilmesi ve 'Afrika Gülü' Rice tarafından uygulanmaya konulmasıyla ilgili yüzlerce detay var. Ancak bu sürecin bence en önemli aşaması Başkan Obama’nın ilk Müslüman ülke olarak 6 Nisan 2009’da Türkiye’ye gelmesidir. Türkiye’yi öve öve bitiremeyen 'Çeyrek Müslüman' Barack Hüseyin Obama ülkesi ile Türkiye arasında ilk kez “Model Ortaklık”tan söz etti. Bu ortaklığın ne anlama geldiği daha sonra ‘Arap Baharı’ ile anlaşılacaktı. Çünkü TBMM’deki konuşmasında demokrasi konusuna neredeyse hiç değinmeyen Başkan Obama hep İslam ve Müslümanlık vurgusu yaptı. Başkan Bush’un İslam âlemine yönelik Haçlı Seferi’ni ilan ettiğini unutarak, “ABD, İslam diniyle hiçbir zaman savaş içinde olmadı” diyen Başkan Obama, “ABD ile Müslüman dünyası arasında güveni yeniden inşa etmek için uğraşacağını” belirtti ve “ABD’nin Türkiye’yle güçlü ve sürekli bir dostluk kurma çabasını yeniden vurgulamak için buradayım” dedi.
OBAMA'NIN KAHİRE SEÇİMİ
Müslüman ülke olarak Türkiye’yi ziyaret eden Obama ilk Arap ülkesi olarak da Mısır’ı seçecekti. Çünkü herkes Obama’nın Arap ve İslam âlemine neler söyleyeceğini merak ediyordu. 4 Haziran 2009’da Kahire’ye uçan Obama yol üzerinde stratejik müttefik Suudi Arabistan’a uğramayı da ihmal etmedi. Çünkü Kral Abdullah kaç kilo saf altın olduğu bilinmez Kraliyet Nişanı’nı ona verecekti. Senatör olduğu dönemlerde Suudi Arabistan ve Mısır’daki anti-demokratik ve karanlık yönetimleri sık sık eleştirdiği ve bununla ilgili çok ağır yazılar yazdığı bilinen Obama’nın Kraliyet Nişanı’nı alması ve El-Ezher’in başkenti olarak Kahire’yi seçmesi hem ilginç hem de anlamlıydı. Kahire Üniversitesi’nde konuşan Obama, İslam ve Müslümanlık sözcüklerini sık sık kullandı ve dinlerarası diyalog çabalarına katkısından dolayı Suudi Kralı’na (Nasıl olsa bir gün önce ondan 24 ayar altın Kraliyet Nişanı’nı almıştı!) ve Medeniyetler İttifakı’na karşı tutumundan dolayı Türkiye’ye teşekkür etti.
Obama “diyalog ve ittifakın Afrika’da sıtma hastalığına karşı mücadelede ve deprem gibi doğal afetler zamanlarında çok önemli olduğunu” söyleyerek bizleri aptal yerine koymaya çalıştı.
Belki de Dinlerarası Diyalog ve Medeniyetlerarası İttifak girişimleriyle Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve diğerleri dünyanın tüm sorunlarını çözmüş ve bir tek sıtma meselesi kalmış da bizim haberimiz olmamıştı! Belki de bağımsız Filistin devleti kurulmuş ve Türkiye AB’ye girmiş de yine bizim haberimiz olmamıştı.
ABD'NİN İSLAM SEVDASI
Özetle Kahire’de biraz demokrasi ama daha çok İslam ve Müslümanlık vurgusu yapan Obama’nın neden bunu yaptığı 20 ay sonra anlaşılacaktı. Çünkü Türkiye’de bulunduğu sırada İstanbul’da düzenlenen Medeniyetler İttifakı Forumu’na bile katılma zahmetinde bulunmayan ve bu foruma gelerek karikatür konusunda Müslümanlardan özür dilemeyeceğini söyleyen NATO’nun yeni genel sekreteri Rasmussen’in seçilmesinde etkin rol oynayan Obama ve yönetimi Mübarek’ten kurtulmaya karar vermiş ve Büyük Oyun’un ilk işaretini Ankara’dan sonra Kahire’den vermişti.
30 yıl önce “bir genç kız” olarak Amerikalılara gelin giden Mübarek, Amerikalılar tarafından terk edileceğini hissediyordu ama yapacağı çok fazla bir şey de yoktu. Mübarek Amerikalıların vefasız olduğunu anlamaya başlamıştı. Ama aynı Mübarek Amerikalıların kendisine vize vermediği için İran devriminden sonra Tahran’dan kaçıp Mısır’a sığınan ve orada ölen İran Şahı’nın acı sonundan ders almamıştı. Şah da güzel eşi Farah’la birlikte Mübarek gibi Amerikalılara ve İsrail’e 30 yıl süreyle hizmet etmiş ama pis bir ölümden kurtulamamıştı. Tıpkı Saddam Hüseyin gibi.
Bu coğrafyada anlaşılması en zor olan şey de bu olsa gerek. Çünkü hiç kimse başkasının başına gelenlerden ders almıyor ve yaşamdan çıkardığı dersleri ibret olsun diye başkalarına aktarmıyor. İhanetler hep ihanetlerle kanıtlanıyor ama yine de çoğalıyor. Bu ise yalnızca maddi çıkarlarla açıklanamaz!
Bir düşünün, 30 yıl süreyle ABD hizmetinde olan bir Mübarek şimdi kafeste ve ihanetiyle ilgili bir kelime söyleyip bir kez olsun kahraman olmayı ya da en azından vicdanı rahat ölmeyi düşünmüyor ya da göze almıyor, alamıyor. Belki de ABD başından beri Mübarek ve benzerlerini seçip iktidara taşırken bunun böyle olacağını biliyor.
'ARAP BAHARI' BAŞLIYOR
Çok zekice hazırlandığı ve uygulanmasına kurnazca başlandığı daha sonra anlaşılacak olan BOP’un yaşama geçirilmesi uğraşı içinde ABD bölgede çok şey yaptı. Obama’nın Kahire ziyareti BOP’un bu ülkeden başlayarak coğrafyamızı değiştireceğinin sinyaliydi. Çünkü Mısır Arap ve Müslüman âleminin önemli bir ülkesiydi, Suveyş Kanalı’nı kontrol ediyor ve ABD’nin bölgesel politikalarının en önemli unsuruydu. Üstelik Amerikalılar Mısır’daki değişim için yıllardır çalışıyor ve hesaplarını çok iyi yapıyorlardı. Çünkü Mısır’da iktidara getirilecek İslamcılar başta Türkiye olmak üzere tüm bölge için önemliydi. Çünkü İslamcıların ideolojik kaynağı Müslüman Kardeşler hareketi 1928’de Mısır’da doğmuş ve tüm Arap ve Müslüman ülkeleri etkilemişti.
Ancak Tunus’ta Buazizi’nin beklenmedik bir anda kendisini yakması ve halkın sokaklara dökülmesiyle ABD ve müttefiği Batılı ülkeler şok yaşamalarına rağmen bu gelişmelerle başlangıçta ilgilenmediler ya da öyle göründüler. Çünkü hiç kimse Tunus gibi önemsiz bir ülkede başını solcu, komünist ve Arap milliyetçilerinin çektiği bir ayaklanmayla meşgul olmak istemiyordu. Üstelik 23 yıldır iktidarda olan Bin Ali bu “çapulcuları” yenebilecek güçteydi! Ancak Tunus halkı Batı’nın bu beklentisini boşa çıkarttı. Geç de olsa sonunun geldiğini anlayan Bin Ali klasik silahına başvurarak Batı’nın desteğini aradı ve “Ben gidersem radikal İslamcılar gelir” dedi. Dedi ama Batı beklenildiği gibi oralı olmadı ve Bin Ali’nin 23 yıl süren iktidarının son bulmasında sakınca bulmadı. Böylece ülkesine ve halkına 23 yıl süreyle kötülüklerin en kötülerini yapan namıdeğer Gestapo Bin Ali 23 gün süren halk ayaklanması sonucu 14 Ocak 2011’de kaçmak zorunda kaldı ya da kaçırıldı. Önce Fransa’ya yöneldi ama Sarkozy inişine izin vermeyince Batı’nın kölesi gerici Suudi Arabistan’a yöneldi. Kaddafi uçaklarının korumasıyla havada dolaşan Bin Ali, Başkan Obama’nın Suudi Kralı Abdullah’ı arayarak, “Al bu garibanı” demesiyle Cidde Havaalanı’na inebildi. Batı ise o sıralar, “Biz bu halk devriminden nasıl yararlanırız?” hesabı yapıyordu. Nasıl olsa Tunuslu generaller hep ABD ve Fransa’nın dostuydu ve başta İslamcı El-Nahda’nın lideri Gannuşi olmak üzere birçok muhalefet lideri yıllardır Paris, Londra ve Berlin’de yaşıyordu.
SIRA MISIR'DA
Herkes Tunus’ta olup bitenlerle uğraşırken 30 yıldır Mübarek yönetimi altında her şeyini kaybetme aşamasına gelen Mısır halkı 25 Ocak 2011’de “Ben de varım” dedi. Hızla gelişen halk ayaklanması ile 17 gün gibi kısa bir sürede Mısır halkı bölgenin en rezil ve herkes için çok tehlikeli liderini devirdi. Mübarek de 30 yıl süreyle hizmet ettiği Batı’ya, “Ben gidersem İslamcılar gelir” diyerek kurtarılmasını bekledi ve halkı yumuşatmak amacıyla İstihbarat Daire Başkanı Ömer Süleyman’ı kendisine yardımcı atadı ama işe yaramadı. Çünkü Amerika’dan gelen talimatlarla 11 Şubat’ta duruma el koyan generaller Mübarek’i istifaya zorladı ve iktidarı devraldı. Askerlere, “Darbe yapın” diyen Savunma Bakanı General Tantavi ayaklanmadan kısa bir süre önce Washington’daydı. Genelkurmay Başkanı Sami Anan ise darbe yapılmadan önce 28 Şubat’ta Amerika gezisini yarıda keserek Kahire’ye dönmüştü.. Mübarek’in yıkılmasının birinci yılında Tantavi bir kez daha ABD’ye gitti ve nelerin yapılacağını konuştu!
2008 tarihli WikiLeaks belgesinde ABD Kahire Büyükelçiliği’nin bir belgesinde Tantavi için, “O çok kibar ve terbiyeli bir general” deniyordu. Üstelik Tantavi ve Anan Amerika’nın telkinleriyle 2005’te, yani BOP ilan edildikten sonra bu görevlerine sürpriz bir şekilde (Kenan Evren olayında olduğu gibi) Mübarek tarafından getirilmişti. Yani ABD 2005’ten itibaren çok sevip güvendiği (!) Mübarek’ten kurtulmanın hesabını ta o zaman yapmaya başlamıştı. 9 Şubat 2011’de New York Times’ın başmakalesinde ise Amerikan yönetiminin generallere çok güvendiğini ve bu generallerin halka asla ateş açma emri vermeyeceğini yazacaktı. Gelgitli bir dönemden sonra generaller İslamcıları iktidara getirecek seçimlerin yolunu açtı. Seçim kararı alınmadan önce bile İslamcılar yoğun bir kampanya başlatmış ve Tunus’ta olduğu gibi kendilerinden başka herkesi “liberal” başlığı altında toplayarak “kâfir” ilan etmişti. Onlara göre tüm laik, solcu, komünist, milliyetçi ve benzerleri liberal idi ve İslam düşmanıydı. Fetvaların havada uçuştuğu günlerde Müslüman Kardeşler ve Selefi Nur Partisi’nin yandaşı din adamları akla gelmeyecek her konuda fetva vererek insanları etkilemeye ve kendi lehlerine oy kullanmaya yönlendiriyorlardı. Örneğin Selefi din adamı Mahmud Amer ilginç fetvasında, “namaz kılmayan Müslüman’a ve şeriatı uygulayacağını söylemeyen Kıpti, liberal ve laiklere oy verilmemesini” isteyecekti. Yine Selefilerin en önemli din adamlarından Abdülnebi Şahhat, “Nobel sahibi Necip Mahfuz’un kitaplarının rezilliklerle dolu olduğunu ve küfre davet ettiğini” söyleyerek “yasaklanmasını” istemiş ve demokrasinin de kâfirlik olduğunu savunmuştu.
SELEFİLER VE KADINLAR
Kadın ise seçim kampanyasının en ilginç malzemesiydi. Selefi din adamları kadınların hiçbir şekilde çalışmamasını savunurken bazıları, “Çalışabilir ama asla yönetici olamaz” diyordu. Bazıları ise çarşıya çıkıp “muz ve hıyar almamasını”, bazıları da kızların hiçbir şekilde laik, liberal erkeklerle evlenmemesi gerektiğini söylüyordu. Ünlü Selefi din adamı Hazem Salah ise kadınlarla erkeklerin hiçbir şekilde kamu kurumlarında birlikte çalışmamaları gerektiğini söylüyordu. Selefi El-Nur Partisi milletvekili adayı Muhammed Abdülhadi de partisinin mutlaka seçimi kazanacağını, çünkü Kuran’ın buna işaret ettiğini söyleyecekti. Din adamı Mustafa Adavi kadınların kıvırtarak yürümelerine neden olduğu için yüksek topuklu ayakkabıların yasaklanmasını istiyordu. Başka biri ise erkeklerin isterlerse ölümünden 6 saat içinde eşleriyle cinsel ilişki kurabileceklerini söyleyecek kadar çılgınlaşmıştı. Bir başkası ise hamilelerin hastanelerde değil mutlaka kendi evlerinde doğurmalarını ve asla erkek doktorlara görünmemelerini istiyordu.
Özetle Mübarek ve ekibinin “laik ve liberal” olması, İslamcı partilerin işini kolaylaştırmıştı. Çünkü İslamcılar liberal ve laik düşünce ve uygulamalarının olumsuzluklarıyla örnek vermeye kalkıştıklarında insanlara hemen Mübarek döneminin her alandaki kötülüklerini anlatıyorlardı. El-Ezher ise İslamcılara oy vermesi beklenen yoksul Mısırlıları motive etmek için “oy kullanmamanın haram olduğunu” söyleyecek kadar ileri gidecekti. Birçok imam ve hatip Libya, Fas ve Tunus seçimlerinde olduğu gibi Mısır seçimlerinde de Cuma namazına gelen insanlara, “Oy kullanmak namazdan daha büyük bir ibadettir” diyerek insanları sandıklara ya da direkt olarak İslamcı partilere oy vermeye yönlendirdiler. Suudi Arabsitan ve Katar’ın milyarlarca dolarları ise oy satın almak için Müslüman Kardeşler ve Selefilere transfer ediliyordu.
Kasım 2011’de başlayan ve 10 Ocak’ta biten üç aşamalı seçimlerde sonuçlar beklenildiği gibi çıktı. Ortada tek bir sürpriz vardı, o da Selefi Nur Partisi’nin ilginç zaferi.
SEÇİM SONUÇLARI
*Mısırlı İçin Demokratik İttifak (Müslüman Kardeşler’i temsil eden Özgürlük ve Kalkınma Partisi ile 9 parti ve grubun oluşturduğu seçim ittifakı) 235, *İslami Güçler İttifakı (Selefi El-Nur Partisi ile 3 İslamcı grubun oluşturduğu İttifak) 121 *Liberal El-Vafd (12 partinin oluşturduğu İttifak) 36 *Mısır Bloku (liderliğini daha çok Kıptilerin oluşturduğu Özgür Mısırlılar Partisi ile 13 parti ve grubun oluşturduğu ittifak) 34 *Yeni Ortam 10 n Reform ve Kalkınma Partisi 8 *Devrim Devam Ediyor Partisi 7 *Özgürlük Partisi 4 *Milliyetçi Mısır Partisi 4 *Mısırlı Vatandaş Partisi 3 *Birlik Partisi 2 *Demokratik Barış Partisi 1 *Arap Mısır Birliği Partisi 1
YÜZDE 8 KATILIM
Oy kullanma oranının % 46 civarında olduğu bu seçimlerde İslamcıların zafer kazanması kendi aralarında bir türlü birlik sağlayamayan laik parti, örgüt ve grupları şaşkına çevirmiş herkesin moralini bozmuştu. Şubat’ta yapılan senato seçimlerinde ise oy kullanma oranı bu kez % 8’i geçmedi ve kazanan yine Müslüman Kardeşler ile Selefiler oldu.
yurtgazetesi.com.tr
Büyük Ortadoğu Projesi’nin Powell tarafından ilan edilmesi ve 'Afrika Gülü' Rice tarafından uygulanmaya konulmasıyla ilgili yüzlerce detay var. Ancak bu sürecin bence en önemli aşaması Başkan Obama’nın ilk Müslüman ülke olarak 6 Nisan 2009’da Türkiye’ye gelmesidir. Türkiye’yi öve öve bitiremeyen 'Çeyrek Müslüman' Barack Hüseyin Obama ülkesi ile Türkiye arasında ilk kez “Model Ortaklık”tan söz etti. Bu ortaklığın ne anlama geldiği daha sonra ‘Arap Baharı’ ile anlaşılacaktı. Çünkü TBMM’deki konuşmasında demokrasi konusuna neredeyse hiç değinmeyen Başkan Obama hep İslam ve Müslümanlık vurgusu yaptı. Başkan Bush’un İslam âlemine yönelik Haçlı Seferi’ni ilan ettiğini unutarak, “ABD, İslam diniyle hiçbir zaman savaş içinde olmadı” diyen Başkan Obama, “ABD ile Müslüman dünyası arasında güveni yeniden inşa etmek için uğraşacağını” belirtti ve “ABD’nin Türkiye’yle güçlü ve sürekli bir dostluk kurma çabasını yeniden vurgulamak için buradayım” dedi.
OBAMA'NIN KAHİRE SEÇİMİ
Müslüman ülke olarak Türkiye’yi ziyaret eden Obama ilk Arap ülkesi olarak da Mısır’ı seçecekti. Çünkü herkes Obama’nın Arap ve İslam âlemine neler söyleyeceğini merak ediyordu. 4 Haziran 2009’da Kahire’ye uçan Obama yol üzerinde stratejik müttefik Suudi Arabistan’a uğramayı da ihmal etmedi. Çünkü Kral Abdullah kaç kilo saf altın olduğu bilinmez Kraliyet Nişanı’nı ona verecekti. Senatör olduğu dönemlerde Suudi Arabistan ve Mısır’daki anti-demokratik ve karanlık yönetimleri sık sık eleştirdiği ve bununla ilgili çok ağır yazılar yazdığı bilinen Obama’nın Kraliyet Nişanı’nı alması ve El-Ezher’in başkenti olarak Kahire’yi seçmesi hem ilginç hem de anlamlıydı. Kahire Üniversitesi’nde konuşan Obama, İslam ve Müslümanlık sözcüklerini sık sık kullandı ve dinlerarası diyalog çabalarına katkısından dolayı Suudi Kralı’na (Nasıl olsa bir gün önce ondan 24 ayar altın Kraliyet Nişanı’nı almıştı!) ve Medeniyetler İttifakı’na karşı tutumundan dolayı Türkiye’ye teşekkür etti.
Obama “diyalog ve ittifakın Afrika’da sıtma hastalığına karşı mücadelede ve deprem gibi doğal afetler zamanlarında çok önemli olduğunu” söyleyerek bizleri aptal yerine koymaya çalıştı.
Belki de Dinlerarası Diyalog ve Medeniyetlerarası İttifak girişimleriyle Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve diğerleri dünyanın tüm sorunlarını çözmüş ve bir tek sıtma meselesi kalmış da bizim haberimiz olmamıştı! Belki de bağımsız Filistin devleti kurulmuş ve Türkiye AB’ye girmiş de yine bizim haberimiz olmamıştı.
ABD'NİN İSLAM SEVDASI
Özetle Kahire’de biraz demokrasi ama daha çok İslam ve Müslümanlık vurgusu yapan Obama’nın neden bunu yaptığı 20 ay sonra anlaşılacaktı. Çünkü Türkiye’de bulunduğu sırada İstanbul’da düzenlenen Medeniyetler İttifakı Forumu’na bile katılma zahmetinde bulunmayan ve bu foruma gelerek karikatür konusunda Müslümanlardan özür dilemeyeceğini söyleyen NATO’nun yeni genel sekreteri Rasmussen’in seçilmesinde etkin rol oynayan Obama ve yönetimi Mübarek’ten kurtulmaya karar vermiş ve Büyük Oyun’un ilk işaretini Ankara’dan sonra Kahire’den vermişti.
30 yıl önce “bir genç kız” olarak Amerikalılara gelin giden Mübarek, Amerikalılar tarafından terk edileceğini hissediyordu ama yapacağı çok fazla bir şey de yoktu. Mübarek Amerikalıların vefasız olduğunu anlamaya başlamıştı. Ama aynı Mübarek Amerikalıların kendisine vize vermediği için İran devriminden sonra Tahran’dan kaçıp Mısır’a sığınan ve orada ölen İran Şahı’nın acı sonundan ders almamıştı. Şah da güzel eşi Farah’la birlikte Mübarek gibi Amerikalılara ve İsrail’e 30 yıl süreyle hizmet etmiş ama pis bir ölümden kurtulamamıştı. Tıpkı Saddam Hüseyin gibi.
Bu coğrafyada anlaşılması en zor olan şey de bu olsa gerek. Çünkü hiç kimse başkasının başına gelenlerden ders almıyor ve yaşamdan çıkardığı dersleri ibret olsun diye başkalarına aktarmıyor. İhanetler hep ihanetlerle kanıtlanıyor ama yine de çoğalıyor. Bu ise yalnızca maddi çıkarlarla açıklanamaz!
Bir düşünün, 30 yıl süreyle ABD hizmetinde olan bir Mübarek şimdi kafeste ve ihanetiyle ilgili bir kelime söyleyip bir kez olsun kahraman olmayı ya da en azından vicdanı rahat ölmeyi düşünmüyor ya da göze almıyor, alamıyor. Belki de ABD başından beri Mübarek ve benzerlerini seçip iktidara taşırken bunun böyle olacağını biliyor.
'ARAP BAHARI' BAŞLIYOR
Çok zekice hazırlandığı ve uygulanmasına kurnazca başlandığı daha sonra anlaşılacak olan BOP’un yaşama geçirilmesi uğraşı içinde ABD bölgede çok şey yaptı. Obama’nın Kahire ziyareti BOP’un bu ülkeden başlayarak coğrafyamızı değiştireceğinin sinyaliydi. Çünkü Mısır Arap ve Müslüman âleminin önemli bir ülkesiydi, Suveyş Kanalı’nı kontrol ediyor ve ABD’nin bölgesel politikalarının en önemli unsuruydu. Üstelik Amerikalılar Mısır’daki değişim için yıllardır çalışıyor ve hesaplarını çok iyi yapıyorlardı. Çünkü Mısır’da iktidara getirilecek İslamcılar başta Türkiye olmak üzere tüm bölge için önemliydi. Çünkü İslamcıların ideolojik kaynağı Müslüman Kardeşler hareketi 1928’de Mısır’da doğmuş ve tüm Arap ve Müslüman ülkeleri etkilemişti.
Ancak Tunus’ta Buazizi’nin beklenmedik bir anda kendisini yakması ve halkın sokaklara dökülmesiyle ABD ve müttefiği Batılı ülkeler şok yaşamalarına rağmen bu gelişmelerle başlangıçta ilgilenmediler ya da öyle göründüler. Çünkü hiç kimse Tunus gibi önemsiz bir ülkede başını solcu, komünist ve Arap milliyetçilerinin çektiği bir ayaklanmayla meşgul olmak istemiyordu. Üstelik 23 yıldır iktidarda olan Bin Ali bu “çapulcuları” yenebilecek güçteydi! Ancak Tunus halkı Batı’nın bu beklentisini boşa çıkarttı. Geç de olsa sonunun geldiğini anlayan Bin Ali klasik silahına başvurarak Batı’nın desteğini aradı ve “Ben gidersem radikal İslamcılar gelir” dedi. Dedi ama Batı beklenildiği gibi oralı olmadı ve Bin Ali’nin 23 yıl süren iktidarının son bulmasında sakınca bulmadı. Böylece ülkesine ve halkına 23 yıl süreyle kötülüklerin en kötülerini yapan namıdeğer Gestapo Bin Ali 23 gün süren halk ayaklanması sonucu 14 Ocak 2011’de kaçmak zorunda kaldı ya da kaçırıldı. Önce Fransa’ya yöneldi ama Sarkozy inişine izin vermeyince Batı’nın kölesi gerici Suudi Arabistan’a yöneldi. Kaddafi uçaklarının korumasıyla havada dolaşan Bin Ali, Başkan Obama’nın Suudi Kralı Abdullah’ı arayarak, “Al bu garibanı” demesiyle Cidde Havaalanı’na inebildi. Batı ise o sıralar, “Biz bu halk devriminden nasıl yararlanırız?” hesabı yapıyordu. Nasıl olsa Tunuslu generaller hep ABD ve Fransa’nın dostuydu ve başta İslamcı El-Nahda’nın lideri Gannuşi olmak üzere birçok muhalefet lideri yıllardır Paris, Londra ve Berlin’de yaşıyordu.
SIRA MISIR'DA
Herkes Tunus’ta olup bitenlerle uğraşırken 30 yıldır Mübarek yönetimi altında her şeyini kaybetme aşamasına gelen Mısır halkı 25 Ocak 2011’de “Ben de varım” dedi. Hızla gelişen halk ayaklanması ile 17 gün gibi kısa bir sürede Mısır halkı bölgenin en rezil ve herkes için çok tehlikeli liderini devirdi. Mübarek de 30 yıl süreyle hizmet ettiği Batı’ya, “Ben gidersem İslamcılar gelir” diyerek kurtarılmasını bekledi ve halkı yumuşatmak amacıyla İstihbarat Daire Başkanı Ömer Süleyman’ı kendisine yardımcı atadı ama işe yaramadı. Çünkü Amerika’dan gelen talimatlarla 11 Şubat’ta duruma el koyan generaller Mübarek’i istifaya zorladı ve iktidarı devraldı. Askerlere, “Darbe yapın” diyen Savunma Bakanı General Tantavi ayaklanmadan kısa bir süre önce Washington’daydı. Genelkurmay Başkanı Sami Anan ise darbe yapılmadan önce 28 Şubat’ta Amerika gezisini yarıda keserek Kahire’ye dönmüştü.. Mübarek’in yıkılmasının birinci yılında Tantavi bir kez daha ABD’ye gitti ve nelerin yapılacağını konuştu!
2008 tarihli WikiLeaks belgesinde ABD Kahire Büyükelçiliği’nin bir belgesinde Tantavi için, “O çok kibar ve terbiyeli bir general” deniyordu. Üstelik Tantavi ve Anan Amerika’nın telkinleriyle 2005’te, yani BOP ilan edildikten sonra bu görevlerine sürpriz bir şekilde (Kenan Evren olayında olduğu gibi) Mübarek tarafından getirilmişti. Yani ABD 2005’ten itibaren çok sevip güvendiği (!) Mübarek’ten kurtulmanın hesabını ta o zaman yapmaya başlamıştı. 9 Şubat 2011’de New York Times’ın başmakalesinde ise Amerikan yönetiminin generallere çok güvendiğini ve bu generallerin halka asla ateş açma emri vermeyeceğini yazacaktı. Gelgitli bir dönemden sonra generaller İslamcıları iktidara getirecek seçimlerin yolunu açtı. Seçim kararı alınmadan önce bile İslamcılar yoğun bir kampanya başlatmış ve Tunus’ta olduğu gibi kendilerinden başka herkesi “liberal” başlığı altında toplayarak “kâfir” ilan etmişti. Onlara göre tüm laik, solcu, komünist, milliyetçi ve benzerleri liberal idi ve İslam düşmanıydı. Fetvaların havada uçuştuğu günlerde Müslüman Kardeşler ve Selefi Nur Partisi’nin yandaşı din adamları akla gelmeyecek her konuda fetva vererek insanları etkilemeye ve kendi lehlerine oy kullanmaya yönlendiriyorlardı. Örneğin Selefi din adamı Mahmud Amer ilginç fetvasında, “namaz kılmayan Müslüman’a ve şeriatı uygulayacağını söylemeyen Kıpti, liberal ve laiklere oy verilmemesini” isteyecekti. Yine Selefilerin en önemli din adamlarından Abdülnebi Şahhat, “Nobel sahibi Necip Mahfuz’un kitaplarının rezilliklerle dolu olduğunu ve küfre davet ettiğini” söyleyerek “yasaklanmasını” istemiş ve demokrasinin de kâfirlik olduğunu savunmuştu.
SELEFİLER VE KADINLAR
Kadın ise seçim kampanyasının en ilginç malzemesiydi. Selefi din adamları kadınların hiçbir şekilde çalışmamasını savunurken bazıları, “Çalışabilir ama asla yönetici olamaz” diyordu. Bazıları ise çarşıya çıkıp “muz ve hıyar almamasını”, bazıları da kızların hiçbir şekilde laik, liberal erkeklerle evlenmemesi gerektiğini söylüyordu. Ünlü Selefi din adamı Hazem Salah ise kadınlarla erkeklerin hiçbir şekilde kamu kurumlarında birlikte çalışmamaları gerektiğini söylüyordu. Selefi El-Nur Partisi milletvekili adayı Muhammed Abdülhadi de partisinin mutlaka seçimi kazanacağını, çünkü Kuran’ın buna işaret ettiğini söyleyecekti. Din adamı Mustafa Adavi kadınların kıvırtarak yürümelerine neden olduğu için yüksek topuklu ayakkabıların yasaklanmasını istiyordu. Başka biri ise erkeklerin isterlerse ölümünden 6 saat içinde eşleriyle cinsel ilişki kurabileceklerini söyleyecek kadar çılgınlaşmıştı. Bir başkası ise hamilelerin hastanelerde değil mutlaka kendi evlerinde doğurmalarını ve asla erkek doktorlara görünmemelerini istiyordu.
Özetle Mübarek ve ekibinin “laik ve liberal” olması, İslamcı partilerin işini kolaylaştırmıştı. Çünkü İslamcılar liberal ve laik düşünce ve uygulamalarının olumsuzluklarıyla örnek vermeye kalkıştıklarında insanlara hemen Mübarek döneminin her alandaki kötülüklerini anlatıyorlardı. El-Ezher ise İslamcılara oy vermesi beklenen yoksul Mısırlıları motive etmek için “oy kullanmamanın haram olduğunu” söyleyecek kadar ileri gidecekti. Birçok imam ve hatip Libya, Fas ve Tunus seçimlerinde olduğu gibi Mısır seçimlerinde de Cuma namazına gelen insanlara, “Oy kullanmak namazdan daha büyük bir ibadettir” diyerek insanları sandıklara ya da direkt olarak İslamcı partilere oy vermeye yönlendirdiler. Suudi Arabsitan ve Katar’ın milyarlarca dolarları ise oy satın almak için Müslüman Kardeşler ve Selefilere transfer ediliyordu.
Kasım 2011’de başlayan ve 10 Ocak’ta biten üç aşamalı seçimlerde sonuçlar beklenildiği gibi çıktı. Ortada tek bir sürpriz vardı, o da Selefi Nur Partisi’nin ilginç zaferi.
SEÇİM SONUÇLARI
*Mısırlı İçin Demokratik İttifak (Müslüman Kardeşler’i temsil eden Özgürlük ve Kalkınma Partisi ile 9 parti ve grubun oluşturduğu seçim ittifakı) 235, *İslami Güçler İttifakı (Selefi El-Nur Partisi ile 3 İslamcı grubun oluşturduğu İttifak) 121 *Liberal El-Vafd (12 partinin oluşturduğu İttifak) 36 *Mısır Bloku (liderliğini daha çok Kıptilerin oluşturduğu Özgür Mısırlılar Partisi ile 13 parti ve grubun oluşturduğu ittifak) 34 *Yeni Ortam 10 n Reform ve Kalkınma Partisi 8 *Devrim Devam Ediyor Partisi 7 *Özgürlük Partisi 4 *Milliyetçi Mısır Partisi 4 *Mısırlı Vatandaş Partisi 3 *Birlik Partisi 2 *Demokratik Barış Partisi 1 *Arap Mısır Birliği Partisi 1
YÜZDE 8 KATILIM
Oy kullanma oranının % 46 civarında olduğu bu seçimlerde İslamcıların zafer kazanması kendi aralarında bir türlü birlik sağlayamayan laik parti, örgüt ve grupları şaşkına çevirmiş herkesin moralini bozmuştu. Şubat’ta yapılan senato seçimlerinde ise oy kullanma oranı bu kez % 8’i geçmedi ve kazanan yine Müslüman Kardeşler ile Selefiler oldu.
yurtgazetesi.com.tr
Suriye’de 2 yılı aşkın süredir iç savaş sürüyor. Dünyayı tekrar iki
kutuba bölen Suriye’deki iç savaş, küresel güçlerinde arka planda
yönlendirmesiyle sürüyor. Türkiye bu iç savaş süresince Esad’a karşı muhalif
güçlere her türlü desteği verdi.
Esad ise sosyal medyadan paylaştığı fotoğrafla Türkiye’ye mesaj yolladı.
Esad, yeni açtığı instagram hesabında Mustafa Kemal’in fotoğrafını paylaştı.
Söz konusu portreyi Esad'a Ulusal Kanal'la yaptığı röportaj sırasında
Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Adnan Türkkan ve kanalın Ankara Temsilcisi
Fikret Akfırat hediye etmişti. Fotoğrafta onlar da yer aldı.
Hediye tablonun altında şu ifadeler yer alıyordu: "Doğudan şimdi
doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan,
bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve
özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Sömürgecilik ve
emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir
renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı alacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk"
İşte Esad’ın İnstagram’dan paylaştığı Mustafa Kemal Atatürk portresi:
PYD görüşmesinde bilinmeyenler...
AKP-PYD anlaşmasına göre, Şanlıurfa’nın Suruç İlçesi karşısındaki Ayn-al
Arab, Gaziantep’in Kilis ve Hatay’ın Cilvegözü sınırındaki Afrin ve Mardin’in
Kızıltepe İlçesi’nin karşısındaki Derbesiye sınır kapıları açıldı. Sınır
güvenliğinin de PYD’nin kontrolünde olacağı iddia ediliyor.
PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in sürpriz bir şekilde İstanbul’a gelerek MİT
ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile görüşmesi, AKP’nin Suriye konusundaki
gizli hesabının da ipuçlarını verdi. Esad’ın giderek alanda kontrolü sağlamaya
başlaması üzerine AKP Hükümeti umudunu, PYD’nin, el Nusra Cephesi ile anlaşmaya
varıp, Suriye’nin kuzeyinde öz yönetim oluşturmasına bağladı. Burada oluşacak
öz yönetimin kısa süre içinde “insani yardımlar” için fiili bir tampon bölge
durumuna gelmesini ve daha sonra BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan da bir
müdahaleye zemin oluşturması hesabını da yapan AKP, PYD’nin taleplerine de
yeşil ışık yaktı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesini
değiştiren düzenlemeyi onayladı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Cumhuriyet'i
koruma ve kollama görevini ortadan kaldıran değişiklik AKP, CHP ve BDP'nin
oylarıyla Meclis'ten geçmişti.
"Cumhuriyeti korumak ve kollamak" Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
görevleri arasından çıkarıldı. AKP, CHP ve BDP'nin oylarıyla mecliste kabul
edilen düzenleme Köşk'ten de geçti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesini
değiştiren düzenlemeyi onayladı. Tartışmalara konu düzenleme ile TSK'nın görev
tanımındaki "Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile
tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır" ifadesi
kaldırıldı.
İç tehditle mücadeleyi silahlı kuvvetlerin görev tanımından çıkaran
düzenlemede Silahlı Kuvvetlerin vazifesi, "yurtdışından gelecek tehdit ve
tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde
askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla
yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına
yardımcı olmaktır" şeklinde değiştirildi.
Irak'ın çeşitli şehirlerinde düzenlenen bombalı saldırılarda ilk
belirlemelere göre 60 kişinin öldüğü, 130 kişinin yaralandığı bildirildi
Irak'ın bazı kentlerindeki patlamalarda 60 kişi öldü 130 kişi yaralandı.
Patlamalar, Şiilerin yoğunlukta bulunduğu ülkenin değişik bölgelerinde meydana
geldi. Ölü sayısısın artmasından endişe ediliyor.
Güvenlik kaynaklarından alınan bilgiye göre, Bağdat'ın kuzeyindeki
Kazimiye'nin 2 bölgesinde eş zamanlı bombalı saldırı düzenlendi. Güneydeki
Basra kentinde de bomba yüklü bir araç infilak etti.
Vasit ilinin merkezi El-Kut ile Mutanna ilinin merkezi Es-Semave'de de
bomba yüklü 2 araç patlatıldı.
Bağdat'ın bir kaç bölgesinde düzenlenen saldırılarda da 8 bomba yüklü
araç infilak etti.
Patlamalarda 60 kişi öldü 130 kişi yaralandı.
Ölü sayısının artmasından endişe ediliyor. Ülkede son bir yılda terör
saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı 4 bini geçti. Ülkedeki şiddetin
mezhep çatışmasını çıkartmaya yönelik olduğu bildiriliyor.
Somali'de Türkiye Büyükelçiliğine yapılan saldırıyı yorumlayan Emekli
Büyükelçi Temel İskit, 'İslamcı gruplarla yapılan flörtün her zaman istenen
sonuçları vermeyeceğini söyleyebilirim' dedi
Somali'deki Türkiye Büyükelçiliği'ne yapılan intihar saldırısı uzmanlar
tarafından yorumlandı. Eylemin perde arkasında İslamcı gruplarla yürütülen
gizli görüşmelerin yer aldığı belirtildi.
Somali'nin başkenti Mogadişu'da bulunan Türkiye Büyükelçiliği'nin ek
binasına yapılan bombalı intihar saldırısı sonucu yaşamını yitiren, Özel
Harekât mensubu ve ağır yaralanan üç polis Türkiye'ye getirildi. Saldırının El
Kaide'ye bağlı El Şebab örgütü tarafından üstlenildiği açıklandı.
Türkiye'nin Suriye politikaları ve Somali'deki saldırıya ilişkin Taraf
gazetesinden Hüseyin İstemil, emekli diplomat ve dış politika uzmanlarıyla
konuştu. Uzmanlar aşırı islamcı örgütlerle girilen ittifakların her zaman
istenilen sonucu vermeyeceğine işaret ederken, Türkiye'nin söz konusu
örgütlerle girdiği ilişkilere dikkat çekti.
Hüseyin İstemil'in Taraf gazetesinde yayımlanan röportajının devamı
şöyle,
“Saldırıyı El Kaide bağlantılı El Şebab örgütünün üstlenmesi,
Türkiye’nin Suriye politikasını etkiler mi” sorusunu yanıtlayan Emekli
Büyükelçi Temel İskit, “Keşke etkilese. Çünkü Türkiye’nin El Nusra irtibatlı,
El Kaide bağlantılı muhalefete yardım etmesi yanlış bir politikadır” dedi.
Semih İdiz ise, “Elçiliğe yapılan saldırıyla ilgili, İslamcı gruplarla yapılan
flörtün her zaman istenen sonuçları vermeyeceğini söyleyebilirim. Suriye’de de
El Nusra ile flörtün kötüye gittiğini görebiliyoruz” ifadelerini kulandı.
Türk diplomatlar hedef haline geldi
Somali’nin Başkenti Mogadişu’da önceki gün Türkiye Büyükelçiliği’nin ek
binası önüne araçla gelen üç kişilik bombalı intihar timi, binadaki polisler
tarafından fark edildi. Çıkan çatışmada iki saldırgan öldürüldü; fakat üçüncü
saldırgan, üzerindeki bombayı patlattı. Saldırıda binada görevli Özel Harekât
polisi Sinan Yılmaz hayatını kaybederken, üç polis de yaralandı. Saldırıyı
üstlenen El Şebab örgütü, twitter adresinden paylaştığı mesajda, Türk
diplomatların hedef alındığını duyurdu. El Şebab, Türkiye’yi “Mürtet rejime
destek veren ve şeriat düzenini yok etmeye çalışan ülkelerden biri” olmakla
suçladı.
Türkiye Müslüman laik ülke olarak hedef alınmış olabilir
Emekli Büyükelçi Temel İskit: “El Kaide çatı bir örgüt. Aşırı İslamcı
hatta terörist bir çatıya sahip. Bunun içinde Ortadoğu’ya yayılmış olan çok
sayıda grupçuk var. Ortak siyaset izlediklerini sanmıyorum. Ülkesine göre terör
faaliyetleri yapıyorlar. Türkiye Büyükelçiliği’ne Suriye irtibatlı olarak eylem
yaptıkları aklıma gelmiyor. Buna fazla ihtimal vermiyorum. El Kaide’nin
‘Türkiye laikliği temsil ediyor’ gibi beyanları da var. Somali, aşırı İslamcı
çetelerin cirit attığı bir yer. Devlet çökmüş vaziyette. Dolayısıyla saldırıyı
Suriye’deki El Kaide gruplarıyla irtibatlı görmüyorum. Somali’de Türkiye
Büyükelçiliği’nin hedef alınmasının nedeni, söylenen ‘laiklik temsilcisi’ lafı
ve Türkiye’nin orada BM ile yaptığı çalışmalarda bir Müslüman-laik ülke olarak
faaliyet göstermesi, hedef alınmasına neden olmuş olabilir.
Keşke saldırılar Suriye politikamızı etkilese
İskit, “Saldırıyı El Kaide bağlantılı El Şebab örgütünün üstlenmesi,
Türkiye’nin Suriye’de aşırı gruplara yönelik politikasını etkiler mi” sorusuna
ise, “Keşke etkilese” diyerek şöyle devam etti: “Çünkü Türkiye’nin El Nusra
irtibatlı El Kaide bağlantılı muhalefete yardım etmesi yanlış bir politikadır.
Keşke bu saldırı Suriye politikamızı etkilese, böyle bir politikadan külliyen
vazgeçsek ve daha yerinde bir politika olan Kürtlerle barışma politikamız
çerçevesinde, barış süreci çerçevesinde PYD’ye daha şartsız destek versek.”
Saldırıyı El Şebab’ın üstlenmesi çok ilginç
Dış Politika Uzmanı, gazeteciyazar Semih İdiz: “Saldırıyla ilgili
olarak, aşırı İslamcı gruplarla yapılan flörtün her zaman istenen sonuçları
vermeyeceğini söyleyebilirim. Suriye’de de Türkiye’nin El Nusra ile flörtünün
kötüye gittiğini görebiliyoruz. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da geçen
günlerde yaptığı açıklamada, “Bu gruplar, muhalefete ihanet ediyor” gibi sözler
sarf etti. Somali’de El Kaide bağlantılı El Şebab diye bir grup var. Elçiliğe
yapılan saldırıyı El Şebab’ın üstlenmesi daha da ilginç. Çünkü kanıtlanmamakla
beraber, diplomatik çevrelerde, özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde,
Büyükelçilik saldırısının perde arkasında El Şebab’la görüşmeler
gerçekleştirildiğine dair söylentiler dile getiriliyor. Elçilik saldırısı,
Afrika politikasından ziyade, İslami gruplarla olan politikaları ilgilendirir.
Saldırıdan sonra Suriye’deki gruplara desteğin kesilip kesilmediği konusuna
gelirsek, destek zaten yavaş yavaş kesiliyor. Türkiye, Batı’yı Suriye’deki
muhalefeti silahlandırma konusunda ikna edemedi. Türkiye, o silahların kimin
eline geçeceği endişesini yaşıyor. Bu yüzden, Suriye’deki gruplar, Türkiye için
dezavantaj haline dönüştü.”