BOP sürecinin ciddiyeti

HÜSNÜ MAHALLİ- BOP sürecinin en dikkat çekici aşaması, Barack Obama'nın seçildikten sonra ilk Müslüman ülke olarak Türkiye'yi, ilk Arap ülkesi olarak da Mısır'ı ziyaret etmesidir. Bu ziyaretler Türkiye ve Mısır'ı BOP'un en önemli iki ülkesi yaptı.





Büyük Ortadoğu Projesi’nin Powell tarafından ilan edilmesi ve 'Afrika Gülü' Rice tarafından uygulanmaya konulmasıyla ilgili yüzlerce detay var. Ancak bu sürecin bence en önemli aşaması Başkan Obama’nın ilk Müslüman ülke olarak 6 Nisan 2009’da Türkiye’ye gelmesidir. Türkiye’yi öve öve bitiremeyen 'Çeyrek Müslüman' Barack Hüseyin Obama ülkesi ile Türkiye arasında ilk kez “Model Ortaklık”tan söz etti. Bu ortaklığın ne anlama geldiği daha sonra ‘Arap Baharı’ ile anlaşılacaktı. Çünkü TBMM’deki konuşmasında demokrasi konusuna neredeyse hiç değinmeyen Başkan Obama hep İslam ve Müslümanlık vurgusu yaptı. Başkan Bush’un İslam âlemine yönelik Haçlı Seferi’ni ilan ettiğini unutarak, “ABD, İslam diniyle hiçbir zaman savaş içinde olmadı” diyen Başkan Obama, “ABD ile Müslüman dünyası arasında güveni yeniden inşa etmek için uğraşacağını” belirtti ve “ABD’nin Türkiye’yle güçlü ve sürekli bir dostluk kurma çabasını yeniden vurgulamak için buradayım” dedi.

OBAMA'NIN KAHİRE SEÇİMİ

Müslüman ülke olarak Türkiye’yi ziyaret eden Obama ilk Arap ülkesi olarak da Mısır’ı seçecekti. Çünkü herkes Obama’nın Arap ve İslam âlemine neler söyleyeceğini merak ediyordu. 4 Haziran 2009’da Kahire’ye uçan Obama yol üzerinde stratejik müttefik  Suudi Arabistan’a uğramayı da ihmal etmedi. Çünkü Kral Abdullah kaç kilo saf altın olduğu bilinmez Kraliyet Nişanı’nı ona verecekti. Senatör olduğu dönemlerde Suudi Arabistan ve Mısır’daki anti-demokratik ve karanlık yönetimleri sık sık eleştirdiği ve bununla ilgili çok ağır yazılar yazdığı bilinen Obama’nın Kraliyet Nişanı’nı alması ve El-Ezher’in başkenti olarak Kahire’yi seçmesi hem ilginç hem de anlamlıydı. Kahire Üniversitesi’nde konuşan Obama, İslam ve Müslümanlık sözcüklerini sık sık kullandı ve dinlerarası diyalog çabalarına katkısından dolayı Suudi Kralı’na (Nasıl olsa bir gün önce ondan 24 ayar altın Kraliyet Nişanı’nı almıştı!) ve Medeniyetler İttifakı’na karşı tutumundan dolayı Türkiye’ye teşekkür etti.

Obama “diyalog ve ittifakın Afrika’da sıtma hastalığına karşı mücadelede ve deprem gibi doğal afetler zamanlarında çok önemli olduğunu” söyleyerek bizleri aptal yerine koymaya çalıştı.

Belki de Dinlerarası Diyalog ve Medeniyetlerarası İttifak girişimleriyle Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve diğerleri dünyanın tüm sorunlarını çözmüş ve bir tek sıtma meselesi kalmış da bizim haberimiz olmamıştı! Belki de bağımsız Filistin devleti kurulmuş ve Türkiye AB’ye girmiş de yine bizim haberimiz olmamıştı.

ABD'NİN İSLAM SEVDASI

Özetle Kahire’de biraz demokrasi ama daha çok İslam ve Müslümanlık vurgusu yapan Obama’nın neden bunu yaptığı 20 ay sonra anlaşılacaktı. Çünkü Türkiye’de bulunduğu sırada İstanbul’da düzenlenen Medeniyetler İttifakı Forumu’na bile katılma zahmetinde bulunmayan ve bu foruma gelerek karikatür konusunda Müslümanlardan özür dilemeyeceğini söyleyen NATO’nun yeni genel sekreteri Rasmussen’in seçilmesinde etkin rol oynayan Obama ve yönetimi Mübarek’ten kurtulmaya karar vermiş ve Büyük Oyun’un ilk işaretini Ankara’dan sonra Kahire’den vermişti.

30 yıl önce “bir genç kız” olarak Amerikalılara gelin giden Mübarek, Amerikalılar tarafından terk edileceğini hissediyordu ama yapacağı çok fazla bir şey de yoktu. Mübarek Amerikalıların vefasız olduğunu anlamaya başlamıştı. Ama aynı Mübarek Amerikalıların kendisine vize vermediği için İran devriminden sonra Tahran’dan kaçıp Mısır’a sığınan ve orada ölen İran Şahı’nın acı sonundan ders almamıştı. Şah da güzel eşi Farah’la birlikte Mübarek gibi Amerikalılara ve İsrail’e 30 yıl süreyle hizmet etmiş ama pis bir ölümden kurtulamamıştı. Tıpkı Saddam Hüseyin gibi.
Bu coğrafyada anlaşılması en zor olan şey de bu olsa gerek. Çünkü hiç kimse başkasının başına gelenlerden ders almıyor ve yaşamdan çıkardığı dersleri ibret olsun diye başkalarına aktarmıyor. İhanetler hep ihanetlerle kanıtlanıyor ama yine de çoğalıyor. Bu ise yalnızca maddi çıkarlarla açıklanamaz!

Bir düşünün, 30 yıl süreyle ABD hizmetinde olan bir Mübarek şimdi kafeste ve ihanetiyle ilgili bir kelime söyleyip bir kez olsun kahraman olmayı ya da en azından vicdanı rahat ölmeyi düşünmüyor ya da göze  almıyor, alamıyor. Belki de ABD başından beri Mübarek ve benzerlerini seçip iktidara taşırken bunun böyle olacağını biliyor.

'ARAP BAHARI' BAŞLIYOR

Çok zekice hazırlandığı ve uygulanmasına kurnazca başlandığı daha sonra anlaşılacak olan BOP’un yaşama geçirilmesi uğraşı içinde ABD bölgede çok şey yaptı. Obama’nın Kahire ziyareti BOP’un bu ülkeden başlayarak coğrafyamızı değiştireceğinin sinyaliydi. Çünkü Mısır Arap ve Müslüman âleminin önemli bir ülkesiydi, Suveyş Kanalı’nı kontrol ediyor ve ABD’nin bölgesel politikalarının en önemli unsuruydu. Üstelik Amerikalılar Mısır’daki değişim için yıllardır çalışıyor ve hesaplarını çok iyi yapıyorlardı. Çünkü Mısır’da iktidara getirilecek İslamcılar başta Türkiye olmak üzere tüm bölge için önemliydi. Çünkü İslamcıların ideolojik kaynağı Müslüman Kardeşler hareketi 1928’de Mısır’da doğmuş ve tüm Arap ve Müslüman ülkeleri etkilemişti.

Ancak Tunus’ta Buazizi’nin beklenmedik bir anda kendisini yakması ve halkın sokaklara dökülmesiyle ABD ve müttefiği Batılı ülkeler şok yaşamalarına rağmen bu gelişmelerle başlangıçta ilgilenmediler ya da öyle göründüler. Çünkü hiç kimse Tunus gibi önemsiz bir ülkede başını solcu, komünist ve Arap milliyetçilerinin çektiği bir ayaklanmayla meşgul olmak istemiyordu. Üstelik 23 yıldır iktidarda olan Bin Ali bu “çapulcuları” yenebilecek güçteydi! Ancak Tunus halkı Batı’nın bu beklentisini boşa çıkarttı. Geç de olsa sonunun geldiğini anlayan Bin Ali klasik silahına başvurarak Batı’nın desteğini aradı ve “Ben gidersem radikal İslamcılar gelir” dedi. Dedi ama Batı beklenildiği gibi oralı olmadı ve Bin Ali’nin 23 yıl süren iktidarının son bulmasında sakınca bulmadı. Böylece ülkesine ve halkına 23 yıl süreyle kötülüklerin en kötülerini yapan namıdeğer Gestapo Bin Ali 23 gün süren halk ayaklanması sonucu 14 Ocak 2011’de kaçmak zorunda kaldı ya da kaçırıldı. Önce Fransa’ya yöneldi ama Sarkozy inişine izin vermeyince Batı’nın kölesi gerici Suudi Arabistan’a yöneldi. Kaddafi uçaklarının korumasıyla havada dolaşan Bin Ali, Başkan Obama’nın Suudi Kralı Abdullah’ı arayarak, “Al bu garibanı” demesiyle Cidde Havaalanı’na inebildi. Batı ise o sıralar, “Biz bu halk devriminden nasıl yararlanırız?” hesabı yapıyordu. Nasıl olsa Tunuslu generaller hep ABD ve Fransa’nın dostuydu ve başta İslamcı El-Nahda’nın lideri Gannuşi olmak üzere birçok muhalefet lideri yıllardır Paris, Londra ve Berlin’de yaşıyordu.

SIRA MISIR'DA

Herkes Tunus’ta olup bitenlerle uğraşırken 30 yıldır Mübarek yönetimi altında her şeyini kaybetme aşamasına gelen Mısır halkı 25 Ocak 2011’de “Ben de varım” dedi. Hızla gelişen halk ayaklanması ile 17 gün gibi kısa bir sürede Mısır halkı bölgenin en rezil ve herkes için çok tehlikeli liderini devirdi. Mübarek de 30 yıl süreyle hizmet ettiği Batı’ya, “Ben gidersem İslamcılar gelir” diyerek kurtarılmasını bekledi ve halkı yumuşatmak amacıyla İstihbarat Daire Başkanı Ömer Süleyman’ı kendisine yardımcı atadı ama işe yaramadı. Çünkü Amerika’dan gelen talimatlarla 11 Şubat’ta duruma el koyan generaller Mübarek’i istifaya zorladı ve iktidarı devraldı. Askerlere, “Darbe yapın” diyen Savunma Bakanı General Tantavi ayaklanmadan kısa bir süre önce Washington’daydı. Genelkurmay Başkanı Sami Anan ise darbe yapılmadan önce 28 Şubat’ta Amerika gezisini yarıda keserek Kahire’ye dönmüştü.. Mübarek’in yıkılmasının birinci yılında Tantavi bir kez daha ABD’ye gitti ve nelerin yapılacağını konuştu!

2008 tarihli WikiLeaks belgesinde ABD Kahire Büyükelçiliği’nin bir belgesinde Tantavi için, “O çok kibar ve terbiyeli bir general” deniyordu. Üstelik Tantavi ve Anan Amerika’nın telkinleriyle 2005’te, yani BOP ilan edildikten sonra bu görevlerine sürpriz bir şekilde (Kenan Evren olayında olduğu gibi) Mübarek tarafından getirilmişti. Yani ABD 2005’ten itibaren çok sevip güvendiği (!) Mübarek’ten kurtulmanın hesabını ta o zaman yapmaya başlamıştı. 9 Şubat 2011’de New York Times’ın başmakalesinde ise Amerikan yönetiminin generallere çok güvendiğini ve bu generallerin halka asla ateş açma emri vermeyeceğini yazacaktı. Gelgitli bir dönemden sonra generaller İslamcıları iktidara getirecek seçimlerin yolunu açtı. Seçim kararı alınmadan önce bile İslamcılar yoğun bir kampanya başlatmış ve Tunus’ta olduğu gibi kendilerinden başka herkesi “liberal” başlığı altında toplayarak “kâfir” ilan etmişti. Onlara göre tüm laik, solcu, komünist, milliyetçi ve benzerleri liberal idi ve İslam düşmanıydı. Fetvaların havada uçuştuğu günlerde Müslüman Kardeşler ve Selefi Nur Partisi’nin yandaşı din adamları akla gelmeyecek her konuda fetva vererek insanları etkilemeye ve kendi lehlerine oy kullanmaya yönlendiriyorlardı. Örneğin Selefi din adamı Mahmud Amer ilginç fetvasında, “namaz kılmayan Müslüman’a ve şeriatı uygulayacağını söylemeyen Kıpti, liberal ve laiklere oy verilmemesini” isteyecekti. Yine Selefilerin en önemli din adamlarından Abdülnebi Şahhat, “Nobel sahibi Necip Mahfuz’un kitaplarının rezilliklerle dolu olduğunu ve küfre davet ettiğini” söyleyerek “yasaklanmasını” istemiş ve demokrasinin de kâfirlik olduğunu savunmuştu.

SELEFİLER VE KADINLAR

Kadın ise seçim kampanyasının en ilginç malzemesiydi. Selefi din adamları kadınların hiçbir şekilde çalışmamasını savunurken bazıları, “Çalışabilir ama asla yönetici olamaz” diyordu. Bazıları ise çarşıya çıkıp “muz ve hıyar almamasını”, bazıları da kızların hiçbir şekilde laik, liberal erkeklerle evlenmemesi gerektiğini söylüyordu. Ünlü Selefi din adamı Hazem Salah ise kadınlarla erkeklerin hiçbir şekilde kamu kurumlarında birlikte çalışmamaları gerektiğini söylüyordu. Selefi El-Nur Partisi milletvekili adayı Muhammed Abdülhadi de partisinin mutlaka seçimi kazanacağını, çünkü Kuran’ın buna işaret ettiğini söyleyecekti. Din adamı Mustafa Adavi kadınların kıvırtarak yürümelerine neden olduğu için yüksek topuklu ayakkabıların yasaklanmasını istiyordu. Başka biri ise erkeklerin isterlerse ölümünden 6 saat içinde eşleriyle cinsel ilişki kurabileceklerini söyleyecek kadar çılgınlaşmıştı. Bir başkası ise hamilelerin hastanelerde değil mutlaka kendi evlerinde doğurmalarını ve asla erkek doktorlara görünmemelerini istiyordu.

Özetle Mübarek ve ekibinin “laik ve liberal” olması, İslamcı partilerin işini kolaylaştırmıştı. Çünkü İslamcılar liberal ve laik düşünce ve uygulamalarının olumsuzluklarıyla örnek vermeye kalkıştıklarında insanlara hemen Mübarek döneminin her alandaki kötülüklerini anlatıyorlardı. El-Ezher ise İslamcılara oy vermesi beklenen yoksul Mısırlıları motive etmek için “oy kullanmamanın haram olduğunu” söyleyecek kadar ileri gidecekti. Birçok imam ve hatip Libya, Fas ve Tunus seçimlerinde olduğu gibi Mısır seçimlerinde de Cuma namazına gelen insanlara, “Oy kullanmak namazdan daha büyük bir ibadettir” diyerek insanları sandıklara ya da direkt olarak İslamcı partilere oy vermeye yönlendirdiler. Suudi Arabsitan ve Katar’ın milyarlarca dolarları ise oy satın almak için Müslüman Kardeşler ve Selefilere transfer ediliyordu.

Kasım 2011’de başlayan ve 10 Ocak’ta biten üç aşamalı seçimlerde sonuçlar beklenildiği gibi çıktı. Ortada tek bir sürpriz vardı, o da Selefi Nur Partisi’nin ilginç zaferi.

SEÇİM SONUÇLARI

*Mısırlı İçin Demokratik İttifak (Müslüman Kardeşler’i temsil eden Özgürlük ve Kalkınma Partisi ile 9 parti ve grubun oluşturduğu seçim ittifakı) 235, *İslami Güçler İttifakı (Selefi El-Nur Partisi ile 3 İslamcı grubun oluşturduğu İttifak) 121 *Liberal El-Vafd (12 partinin oluşturduğu İttifak) 36       *Mısır Bloku (liderliğini daha çok Kıptilerin oluşturduğu Özgür Mısırlılar Partisi ile 13 parti ve grubun oluşturduğu ittifak) 34 *Yeni Ortam 10 n Reform ve Kalkınma Partisi 8 *Devrim Devam Ediyor Partisi 7 *Özgürlük Partisi 4 *Milliyetçi Mısır Partisi 4 *Mısırlı Vatandaş Partisi 3 *Birlik Partisi 2 *Demokratik Barış Partisi 1 *Arap Mısır Birliği Partisi 1

YÜZDE 8 KATILIM


Oy kullanma oranının % 46 civarında olduğu bu seçimlerde İslamcıların zafer kazanması kendi aralarında bir türlü birlik sağlayamayan laik parti, örgüt ve grupları şaşkına çevirmiş herkesin moralini bozmuştu. Şubat’ta yapılan senato seçimlerinde ise oy kullanma oranı bu kez % 8’i geçmedi ve kazanan yine Müslüman Kardeşler ile Selefiler oldu.

yurtgazetesi.com.tr

,

0 comments

Write Down Your Responses

About Me

Powered by Blogger.