Aydemir Güler Suriye'ye müdahale olasılığını yorumladı: Emperyalizm 
başarılı olamayacak!



1 Eylül Dünya Barış Günü’nü dünyada çalan savaş tamtamları eşliğinde geçirdik. Emperyalizmin hedefindeki ülke bu kez Suriye. Barış Derneği Sözcüsü ve Türkiye Komünist Partisi Merkez Komite Üyesi Aydemir Güler’le Suriye’ye olası müdahaleyi konuştuk. 

Suriye devletinin hafife alındığını, halkının görmezden gelindiğini belirten Aydemir Güler, bu ülkeye birkaç füze yolladıklarında direncin kırılacağını düşünenlerin yanıldığını söylüyor ve devam ediyor: Daha mücadelenin başındayız. Suriye halkına karşı bizim hükümetimizin işlediği savaş suçlarının hesabı dökülecek bir bir ve hesap sorulacak.
Kimyasal silahı muhaliflerin kullandığına dair kanıtlar ortaya çıkmasına rağmen rejime yönelik “kimyasal silah kullanıyorlar” kampanyası devam ediyor. Emperyalizmin kitlesel imha silahları ve saldırıları konusundaki sicili belliyken bu kampanyayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başarılı olamayacaklar. Emperyalizm Arap aldatmacasının çıkmaza girmesinden sonra Ortadoğu’da yeni sahneyi Suriye üstünden açmaya çalışıyor ama olmayacak. Başka ülkeleri olduğu gibi, Suriye’yi de hafife alıyorlar. Ezberlerinde Irak yalanları var, aynısını Suriye’de yutturacaklarını sanıyorlar. Oysa herkes ders alıyor. İngiliz parlamentosu şaşkınlık yarattı deniyor. Tersi olsaydı şaşırmalıydık. Britanya egemen güçleri barışçı olmaya karar verdiklerinden değil ama işler on yıl önceki gibi değil. Arada çok önemli bir şey yaşandı: Dünya krizi! Ve hâlâ devam ediyor. Kriz emperyalizmin egemen ideolojisi olarak neo liberalizmin inandırıcılığını elinden aldı. Bu, her konuyu etkiliyor.
Elinizde dünya medyası üstünde tekel olması da yetmiyor. Çünkü bu araç da aynı inandırıcılık krizinden payını aldı. Krizin tetiklediği kitle hareketlerini bir yere kadar yönlendirmeyi, örneğin Arap “Baharı”nın tepesine İslamcı faşizmi yerleştirmeyi bir süre becerdiler. Ama Arap dünyasındaki seküler, ilerici birikimi, “halk faktörü”nü hafife aldıklarından, muhtemelen 2013 içinde kendini Tunus’ta, Mısır’da, Türkiye’de gösteren dinamikleri kavrayamıyorlar. Suriye’de gericilik zafer kazansaydı, emperyalizm de biraz daha modelini yürütebilirdi. Suriye’deki direnci Esad’la, ordunun gücüyle açıklamak aptalca. Suriye’de devlet hafife alınamaz ve aldılar. Ama asıl Suriye halkını görmüyorlar. Bu halkın direnci, dünya üzerinde adı konmasa da, nasıl bir şey olduğu kavranamasa da herkes tarafından hissediliyor. Dolayısıyla bir Haziran türküsünde dendiği gibi “bulunur bir çare, halk ayaktadır.” Suriye’ye birkaç bomba salladıklarında direnci kıracaklarını düşünüyorlar. Tutmayacak olan bence bu...

Türkiye sınırında savaş hazırlıkları başladı ancak Türkiye’de Irak işgalinde olduğu gibi bir savaş karşıtı hareket, halkın önemli bir kısmı Suriye müdahalesine karşı olmasına rağmen yükselmedi. Bunun nedenini neye bağlıyorsunuz?
Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada on yıl önce savaş karşıtı kitlesel bir hareket vardı. Bugün bu dalganın geri çekilmiş olması, aslında yeniden ortaya çıkmak için değişim geçirmesi gerekliliği ile açıklanmalı. İdeolojisiz, insancıl, siyaset dışı, sivil toplumcu, sınıflar üstü, yani sol liberalizmin arkasına saklandığı bütün bir gardrob... Bunların kapitalist sistemin son krizinin öncesinde karşılığı olabilirdi; o zamanlar iddiaya göre küreselleşme ilerliyor, dünya yaşanası hale geliyordu! Şimdi barış hareketi, alternatif küreselleşme uydurmasıyla veya başka naifliklerle hareket edemez.
Akşamdan sabaha politik, devrimci bir sınıf hareketinin yükselmesinden söz etmiyorum. Ama dünyada en kolay bizim anlayacağımız bir şeyden söz ediyorum. Haziran Direnişi’nde hareketin kendi doğallığında sola açıldığı gibi, savaş karşıtı hareketin de eski kalıpları kırması lazım.
Türkiye daha şanslı, çünkü yanı başımızda böyle bir deneyim var. Savaş karşıtlığının stadları kucaklamaması, açılması için gün sayılan okullara damga vurmaması mümkün mü? Türkiye halkı itiraz etmenin, sesini yükseltmenin tadını aldı. Savaş politikasını benimseyememe, içine sindirememe halini bu halk kendine saklamayacaktır artık.
Üstelik, Suriye konusunda hükümeti en suçlu ülkede olmamız, bu açıdan büyük bir avantaja da dönüşecek. Kimyasal silah meselesini tartışacağız ve Antep’de imalat laboratuarı iddiasını tartışmayacağız, öyle mi! Suriye hükümetinin kimyasal gaz attığını iddia edecekler, Türkiye’de Adana’da sarin gazıyla yakalanan El Nusra’cıları hatırlamayacağız, öyle mi!
Daha mücadelenin başındayız. Suriye halkına karşı bizim hükümetimizin işlediği savaş suçlarının hesabı dökülecek bir bir ve hesap sorulacak. Kitle hareketi, -politik planda biz bu defterleri kuvvetli biçimde açmayı başarırsak- buradan da güç alacaktır.
Dünyada, özellikle Orta-doğu’da son gelişmelerin ardından bir “kontrollü kaos” döneminin açıldığı tespitleri var. Buna katılıyor musunuz? Dünya barış hareketinin geleceği açısından da değerlendirir misiniz?
Ben de oraya gelecektim. AKP’nin ihtiyaç duyduğu macera, öyle küçük bir şey değil. Emperyalizm, geçenlerde soL’da Yiğit Günay’ın da kullandığı kavramla, en fazla “kontrollü kaos”u oynayabilir. Zaten Suriye direnişi uzadıkça, Obama’nın, Erdoğan’ın şikayet ettiği biçimde, ağır davranmasının anlamı buydu: Suriye’nin kendi içine kapanmasını sağlamak, etkisizleştirmek. Bu, AKP’ye yetmez. ABD’ye de yetmez ve daha fazlası mümkün olmayacak.
Kontrollü kaos geçici bir durum olabilir. Emperyalizm, hegemonyasını yeniden yapılandırma arayışında. Nihai model hiçbir zaman önemli değildir. Ama kontrollü kaos diye bir program da olamaz. Suriye etkisiz ve yıkılmış kalacak ki, sonrasında başka hedeflere yürünebilsin. Ama Suriye’yi -belki de içine şimdiden düştüğü- bu duruma düşürseler bile, bu bir denge, hegemonyanın konsolide edilmesi anlamına gelmeyeceği için, karşı dinamikleri daha fazla tetikleyecektir. Örneğin Türkiye halkının, Alevilerden başlayarak kopuş yaşaması çok muhtemeldir. Benzeri süreçler bütün bölgede derinleşecektir. Diplomasi alanında da karşıt dinamikler, ister istemez bu dengesizlik ortamından enerji alacaklardır. Özetle kontrollü kaos saptamasına katılıyorum, ama bu bir statüko olamayacaktır. Öte yandan ABD’nin sarsıntı geçiren “uyumlu İslam” ve Sünni-Şii çatışması senaryolarının yerine bir şey koymaya çalışmadan önce, prestij ve enerji toplaması lazım. Suriye tam anlamıyla bir arena...
Dünya barış hareketi aslında görünenden daha geniş. Ancak ideolojik-politik bir omurgası yok. Önceki dönemin “alternatif küreselleşmeciliği” egemen renkti ama kendisi örgütsüzlük vaaz eden bir akımdı ve harekete geçen yığınları bu sapmaya ait sanmak yanlış olur. Oradan elde kalan “eşit mesafe doktrini.” Yani ne Esad ne işgal ne şu ne bu.
Eşit mesafe olmaz, gerekiyorsa yeni cephe tarif edilir. Eşit mesafe kendi kendini tasfiye etmektir. Bakın, Fransız barış hareketi ve parçası olduğu sol, Ortadoğu’da “ne o ne bu”ya, kendi ülkesinde de Sosyalist Parti’ye, şu an Obama’dan çok Obamacılık yapan François Hollande’a halat atarak kendini asmıştır. Ortalık kan gölüne dönmüş, barış mücadelesini anti emperyalist bir hareket olarak değil, bir “kültürel mücadele” olarak tanımlamaya devam ediyorlar!
Örneğin bizim, Türkiye komünist hareketinin ve Barış Derneği’nin de Baas’ı bir politik alternatif olarak benimsemek durumumuz hiç olmadı. Ancak emperyalizme karşı mücadele edenle dayanışmaya girmekte tereddüt etmeyiz. İki ayda bir, emperyalistlerin alternatif hükümet ilan ettiği bir yerden söz ediyorsak, sizin de kimi meşru hükümet olarak gördüğünüz sorusuna net yanıtınız olması gerekir.
Bence ilk örnek ki, Fransa’dan ibaret değil kuşkusuz, geleceği yok. Bizim parçası olduğumuz akım bugün Dünya Barış Konseyi’nin ana gövdesidir. Ancak barış hareketinin geleceğini yalıtık olarak tartışamıyoruz. Dünya Barış Konseyi, barış mücadelesini “sınıf temelinde” tanımlar, anti emperyalizmle örtüştürür ve sosyalizme bağlar. Dolayısıyla işçi sınıfının ve sosyalist hareketin kaderinden ayrı bir gelecek tasarlayamayız kendi hattımız için. Anti emperyalist vurguyu koruyan ama başka öncelikleri olan hareketler de var. Bunların da omurgası sağlam, güçlenen bir sola ve onun parçası bir barış hareketine mutlak ihtiyaçları var.
Türkiye, sürecin başından bu yana emperyalizmi Suriye’ye müdahaleye zorluyor. Özellikle Gezi Direnişi’nin ardından art arda tökezleyen hükümet, bu sefer bu “umuda” sarılmış durumda. Düzen siyasetinin dışarıda savaşarak meşruluğunu yeniden kazanması mümkün mü?
İşte bu, içerdeki krize karşı Erdoğan modelinin bir parçası. Modelin parçaları şöyle kurulmuşa benziyor:
Gerici, şeriatçı tabancıklarını, hani tutamadığı yüzde ellisi var ya, onu sımsıkı konsolide edecek, cesaret kazandıracak. Türk milliyetçiliğini, milli dava vesilesiyle arkasına takacak. Gezi’ye sempatiyle bakan çoğunluğu da bir biçimde milli bayrağın arkasında buluşturacak. Muhalefetin kalanını da “Esed’in ajanı” ilan edecek. Sonra bitti zannedilen Yeni Osmanlı geri dönecek. Fatih’in kır atının üstünde resmini bile yaptırabilir.
Ama bu tutmaz ki... Ek olarak şöyle de düşünüyor olabilirler: “Amerikalıların da sıkışmayı aşmak için bir maceraya ihtiyaçları yok mu? AKP en maceracı rolünü kaparsa, Washington’un yeniden göz bebeği haline gelebilir.”
Bana sorarsanız hep birlikte çuvallamaları daha büyük ihtimal. Şimdilik görünen, emperyalistlerin hava harekatında bile çok zorlanacakları. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin maceracıdan öte deliyi oynamaları imkansız değil. İntihar olur..
Barış Derneği geçtiğimiz Nisan ayında “Halklar Barış İstiyor” sloganıyla bir konferans toplamıştı ve konferansın ana gündemlerinden biri Suriye’ydi. Oldukça başarılı geçen konferansın sonunda da Antakya’da çok büyük bir “barış şenliği” yapılmıştı. Şu anda konferans bileşiminin Suriye konusunda bir yol haritası var mı? Bunun Türkiye ayağında neler yapılması planlanıyor?
Nisan ayında biz ve başka bazı barış örgütleri Suriye’ye karşı işlenen savaş suçları konusunda bir inisiyatif örgütlemeyi gündeme getirdik. Sonuç bildirisinde de yer verildi. Dünya Barış Konseyi’nin Haziran başında yapılan sekretarya toplantısında konu tekrar görüşüldü ve kayıt altına alındı. Türkiye’nin kritik rolü nedeniyle Barış Derneği olarak biz görev üstlendik ve hazırlıklara başladık.
Uzun olmayan bir süre içinde bu inisiyatif çalışmaları gün ışığına çıkacak. Şu anda işin mutfağındayız. Güçlü bir ağ oluşturuyoruz; sağlam örülmüş bir ön rapor üstünde çalışılıyoruz ve bu raporu Suriye başlığında başından beri ödünsüz tutum alan hukukçularla, aydınlarla, siyasetçilerle birlikte olgunlaştıracağız ve uluslararası alana taşıyacağız.
Bu yıl 3 Ekim Barış Derneği’nin 1970’lerdeki Genel Başkanı Mahmut Dikerdem’in 20. ölüm yıldönümü. 5-6 Ekim tarihlerinde Dikerdem’i Ortadoğu ve Suriye konulu anti emperyalist bir konferansla anmanın en doğrusu olacağını düşündük. Mahmut Bey’in eserleri de yayına hazırlanıyor. Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan barış örgütleri, Dünya Barış Konseyi liderliğinin de katılımıyla her yıl bir araya geliyoruz. Bu yıl Girit’te 18 Ekim’de toplandığımızda uluslararası inisiyatif hazırlıklarını da gözden geçirme fırsatı bulacağız. Doğal olarak üçlü toplantının ana gündem maddesini Suriye oluşturacaktır. Aralık ayında ise Barış Derneği’nin olağan Genel Kurulu toplanacak. Bu takvimi biz emperyalizme karşı eylem takvimi olarak kavrıyoruz.

,

0 comments

Write Down Your Responses

About Me

Powered by Blogger.

Blog Archive