Cemaat üyeleri Silivri'ye mi atılacak
12 Eylül Referandumunda
"Yetmez Ama Evet" diyenlerin arasında yer alan Demokrat Yargı Derneği
Başkan Yardımcısı Faruk Özsu, Cemaatin 13 Ağustos bildirisinin, bir iddianameye
dönüşüp yargılanmasını gerektiğini vurgulayarak 'Hizmet'in 13 Ağustos
açıklaması, tıpkı daha önceki askeri muhtıra metinleri gibi, iktidar dışındaki
bir grubun iktidar üzerinde yetki tesis ettiği, seçilmiş hükümeti kendi
varlığına rıza göstermeye davet ettiği bir'müdahale'metnidir" dedi.
İşte Faruk Özsu'nun Radikal
İki'deki o yazısı:
Ülkedeki kör-topal işleyen hukuk
kültürü ile yarım yamalak da olsa var olan hak, hakkaniyet, adalet, ahlak vb,
gibi erdemlerin çöpe gitmesi pahasına da olsa, "vesayetin bitişi"ni
kutlayanlar birkaç gün önce kimilerine göre "nerede kalmıştık!?"
dedirten bir muhtıra, kimilerine göre de bir "itirafname" ile
sarsıldılar: Gülen Cemaatinin "13 Ağustos bildirisi".
İktidarın seçilmiş iktidar
dışında gayrimeşru paylaşımına itiraz edenler, bu uğurda Ergenekon ve Balyoz
davaları gibi hukuki zeminden tamamen yoksun olan dava süreçlerinde yaşanan
onca hukuksuzluğu ve mağduriyeti bu "kutsal amaç" uğrunda teferruat
addedenler ve iktidarın kim ve ne olduğu belli olmayan ve ne hakla paylaşıldığına
gözünü kapatanlar, bir anda cascavlak kaldılar.
MUHTIRA MI?
Meğer seçilmiş meşru iktidar
dışında gizli bir iktidar ortağımız daha varmış, Eğer bu metin, bir muhtıra ise
hemen şunu söylemeli: Bu metin, tıpkı daha önceki askeri muhtıra metinleri
gibi, iktidar dışındaki bir grubun iktidar üzerinde yetki tesis ettiği, seçilmiş
hükümeti kendi varlığına rıza göstermeye davet ettiği bir "müdahale"
metnidir, 0 halde soralım: Ergenekon ve Balyoz vs, sürecinde seçilmiş iktidarın
hükümet etme yetkisine müdahale edilmesi yargılanmıyor muydu? Ee şimdi ne
olacak peki?
Karargah bildirilerinde olduğu
gibi, bu bildirinin de boncuğunu aramayacağım. Onun yerine metinle ilgili
birkaç küçük gözlemimi paylaşıp entelektüellerin, herkesin malumu olan bu açık
ve yalın hakikat karşısındaki hal ve tutumlarına odaklanmaya çalışacağım.
Metinle ilgili ilk gözlemim ise
şu: Açıklamanın S. maddesi metnin muhtıra mı yolcsa itirafname mi olduğu
noktasında tereddüde düşürüyor. Yani-metindeki haliyle "Hizmet 7 Şubat'ta
Başbakanı tutuklayacaktı" iddiasına verilen cevap.
"Cevap" dikkatle
okunduğunda, net bir kabul sırıtıyor, O da şu: "Gücümüz var. Ama
yapmıyoruz. Çünkü gerek yok..." Dikkat edilirse metinde "Ne alaka,
biz yargıç mıyız, bizim öyle bir gücümüz mü var?" denmiyor, "yetki,
güç ve imkan" değil, "sebep" tartışılıyor.
Bu satırların geçmiş ve bugüne
dair bir "lapsus" mu, yoksa geleceğe dönük bir "tehdit" mi
olduğu tam olarak anlaşılamıyor.
Metindeki en önemli ikinci nokta
ise "Hizmef'in niteliği ve siyasal varlığına dair şu kabul: Şöyle ki,
metin sayesinde "Hizmef'in: dikey-hiyerarşık, hücresel, otonom, informel
ve organize bir "örgüt" olduğu ve meşru siyasi iktidarın hükümet etme
yetkisini gayrimeşru olarak paylaştığı anlaşılıyor. Bu itiraf Orhan Gazi
Ertekin'in şu tespitini de doğruluyor: "[Cemaate] biz'Kilise'diyoruz... O
cemaat, Türkiye'deki dindarlık halleri, dindarlık tarihi üzerinden
anlaşılabilecek bir dindarlık pozisyonu değil. Daha Batılı bir perspektiften
algılanabilecek bir yapı, belki bir tür'Tapınak Şövalyeleri'gibi. Din içi bir
konumlanmadan çok, operatif, işlevsel yapısı yüksek, farklı bir konumlanma
olarak görmek lâzım." (Ertekin Özsu: Türkleşmek, İslamlaşmak Memurlaşmak:
Ak Parti Cemaat ve Yargının Hikayesi, Nika-2013, syf31)
ERGENEKON İÇTİHATLARI
Ancak bu metin ister geleceğe
dönük bir muhtıra olsun, isterse de bir itirafname, "Hizmet'in olası bir
radikal iktidar dönüşümü halinde "maharetli" bir savcının 5-10 bin
sayfalık bir iddianamede bu "örgüt"ü, bir "terör örgütü"ne
dönüştürüvereceğini öngörebiliriz rahatlıkla. Öyle ya, bu metinle savcıların eline
"Ergenekon lobi belgesi" veya "İrtica ile mücadele eylem
planı" gibi esaslı bir suç kanıtı geçmiş oldu. Ergenekon sürecinde
yargının "Zihni Sinir usulüyle" icat ettiği hukuksal
"buluş"larla birlikte kim bilir ne hukuksal mucizeler yaratılacaktır
o zaman, Ama Demokrat Yargıçlar'ın Ergenekon sürecine getirmiş olduğu tüm
itirazlar, o zaman için de aynen geçerli olacaktır, şimdiden söyleyelim.
Metindeki "Yargıdan Hizmet ekibinin tasfiye edildiği" savunması iki
kontra soruyu hak ediyor: Ne zaman, ne hakla ve ne şekilde Örgütlenilmişti ki?
Ve ne zaman ve kim aracılığıyla tasfiye gerçekleşti?Muhtıranın
değerlendirilmesinin geri kalanını, kıdemli ve tecrübeli muhtıra analizcilerine
bırakıp bu son iki soruyla devam edelim. Yukarıda söylediğim üzere asıl meramım
olan entelektüellerle ilgili bölüme kestirmeden giriyorum: "Tasfiye"
varsa öncesinde bir kadrolaşma aşaması olmalıdır. Peki Demokrat Yargıçlar'ın üç
yıldır teneke çalarak duyurduğu bu hakikate her şeyi bilen anlı-şanlı
entelektüeller nasıl yaklaştı?
Bakın bu satırların yazarı ne
yazmış mesela: "HSYK, adalet komisyonları ve başsavcılıklar ile OYM'lerde
mutlak ve kesin olarak hakim olan güç 'Cemaattir." (R 2:01.07.2012)
Adliyede dosyalarla boğuşan
sıradan bir yargıcın gördüğünü, sayısız imkana sahip, kulislerde gezinen,
kulağı delik entelektüellerin görüp bilmemesine imkan var mı? Mesele ne peki?
Sorun "bilgi"den ziyade bir "politik/entelektüel ahlak"
sorunu mu acaba?
ENTELLEKTÜELLERİN İFLASI
Tüm Ergenekon süreci ve Gezi
direnişi, ülkenin üzerine örtülmüş bulunan sahtelik perdesini yırttı, Bu süreç,
ilk olarak siyaseti devlet koridorlarında gerçekleşen saçma ve kıyıcı bir güç
paylaşım savaşı olarak gören geleneksel "kasaba siyaseti"nin
bitişinin müjdesini verdi.
Darbe karşıtlığı Kemalist ordu
karşıtlığından ibaret olan, demokrasi sevdası ise sandıkla sınırlı olan
"demokratların" en sıkı "darbe hukuk ve darbe düzeni"
savunucuları olabileceğini bu süreçte gördük.
Kamuoyuna düşünsel lojistik
sağlayan entelektüeller de bu süreçte tuzla buz oldular. "Yeni
devlet", geleneksel iktidarın son halkası olarak tüm ağırlığıyla
belirirken, sol-liberal-muhafazakâr "demokraf'lar kendilerini bir anda
polis copunu ve postalını cilalarken buldular.
O halde artık şu gerçeği
hayatımızın bir parçası yapmanın vakti geldi: Türkiye'deki entelektüellerin
"söz" ve "hakikaf'le ilişkileri son derece sınırlı ama sözün
mülkiyetini kimseye bırakmamakta ısrarcılar. Bundan daha önemlisi ise, tutarlı
ve bütünlüklü bir "adalet ve demokrasi" perspektifleri yok, Adalet
anlayışı bir bütündür oysa, Bir toplumsal kesime dikkat kesilirken, hoşa
gitmeyen kesimlerin polis copu ve düzmece davalarla ezilmesine sessiz kalmak,
desteklemek ve hele de Roni Margulies gibi eğlence yaratmaya çalışmak-savunulan
kesimler için de- tutarsız, yüzeysel ve yandan çarklı bir demokratlığa karşılık
gelir.
Bir demokratın en birinci sorusu
"kim yargılanıyor?" değil, "nasıl?"dır, Baskın Oran ve
Taner Akçam gibi "davalar sayesinde artık tehdit almıyoruz" (Hocalara
bir soru: Acaba o tehditler başka birilerine yönelmiş olabilir mi? Misal M. Ali
Alabora, Fazıl Say, Renan Pekünlü vs, gibi?) diyerek hadiseleri kendi üzerinden
okumak ise bencillik bir yana, gelecekte kendi güvenliğinin de pamuk ipliğine
bağlı olduğunu görmemek anlamına gelir.
"İktidara" yönelik tek
bir sorusu ve merakı olmayan ve tüm o korkunç Ergenekon ve Balyoz davalarına
yönelik diyecekleri tek şey ise "yetmez ama evet!" olan (bkz: yine
Taner Akçam. Allah saklasın bir de Yeşiller ve Sol Gelecek diye evlere şenlik
bir parti var!) tüm ilgisini ve itirazım CHP gibi sahte iktidarlara yönelten bu
kesimlerin "demokratçılık" oyunlarına "Yeter artık, oyun
bitti!" demek gerekiyor. Bugün gerçekten "adalet ve demokrasi"
gibi bir meselesi olanların ilk reddetmesi gereken, "hakikat" ile
"adalet ve demokrasi" talebinin önündeki en büyük engel olan işte bu
sığ ve sahte entelektüel esnaftır. "
0 comments
Write Down Your Responses